20 Haziran 2015 Cumartesi

Mavrocu Genclik Ne Demek ?

Seferberlikte bazen üç kur'a asker birden toplanmış. Bir yüzbaşı da Geyikli'ye gönderilmiş. Görevini ifa ederken bir genç, latife olsun diye,
"Desti bıraktım suya / Damla damla dolmasın / Bırak beni yüzbaşı / Bir askerin olmasın" manisini söylemiş. Yüzbaşı hüngür hüngür ağlamış. İşte
bu asker toplama sırasında, sonradan Hasandağı'nda şehit düşen Aydınoğlu Hasan, abdest aldığı ibriğini bile evinin içerisine bırakamadan gitmiş.

~|~ Fatma Bayraktar, babası Hüseyin Atalar'ın, Haymana cephesinde at çavunund
Şehit Hurşit ATALAR Trabzon Çarşıbaşı

an (izi) arpa toplayıp yedikleri... Babası Aydınoğlu Hasan Hasandağı'nda şehit düşen Penbe Bayraktar, kardeşi Ali'nin hasta hasta Haymana'da savaşa devam etmek istemesine rağmen geri gönderilip, Beşikdüzü'nde ölüp, annesine bildirilmeyen olayda annenin tabutta giden oğlunu "bu bizim Ali'nin ayağı ya!" diye tanıdığı ve bu ayağa yapışmış bulunan çarığın Tubbaoğlu İbrahim (Türkmen) Hafız tarafından ıslatılarak ancak çıkarılabildiği, bir sarı ırmak varmış ki onun çamurunun hâlâ ayağında bulunduğu, sonradan Gidan kızı Fadime'nin, elbiselerini yıkarken bitlerin kepek gibi suyun yüzüne çıktığı... Yine, neredeyse bir asırlık yaştaki Penbe ninenin aktardığı şekliyle, askere ihtiyaç duyan devletin bir yüzbaşısını Geyikli'ye gönderip asker toplama fiilini gerçekleştirdiği sırada kimin söylediği tam bilinemeyen bir maniyi, "Desti bıraktım suya / Damla damla dolmasın / Bırak beni yüzbaşı / Bir askerin olmasın"ı söylediğinde yüzbaşının ağladığı, işte bu asker toplama sırasında, sonradan Hasandağı'nda şehit düşen babasının abdest ibriğini evin içine bırakamadan aceleyle gittiği... Cafer Dural, dedesi Ali Osman'ın, bir ev inşa etmek için temel yatağını eşmesine (kazmasına), hazırlamasına rağmen sık sık askere gitmek zorunda kaldığı ve 12 sene askerlik yaptığı için evin temelini ancak yatağını hazırladıktan 12 sene sonra atabildiği... Yine dedesinin kardeşi Kara Mehmet'in, "Ara Ali Osman gardaşım! Hani bir gün hastalanmış, grip olmuştum. Beni sırtınızda taşımış, bir köyün kenarına gelmiş, köye girememiştik. (Köy, İngilizler tarafından Osmanlı'ya karşı düşman hale getirilmiş bir Arap köyü imiş) Köyün dışında bir koyun kermesi (kemre) yığını vardı. Gece idi. Hava soğuktu. Kermeyi o yana bu yana açtık. İçi sımsıcaktı. Kuyu gibi yer açmış, orada oturup, sabah etmiştik. Ara Ali Osman gardaşım! Sabahtan kalktım ki kuş gibi olmuştum. Ne hastalık kalmıştı, ne  birşey biliyor musun?" dediği... Zeynep Bayraktar, babası İbrahim Çavuş'un, Doğu cephesinde savaşırken açlıktan kulaklarının duymaz hale geldiği, bir ekmek kırıntısı bulup yediğinde "şauvv!" diye kulaklarının açıldığını söylediği... bilgisini aktarıyordu. Yine Cafer Dural, mezarı şu anda Çarşıbaşı'nda bulunan İmadoğlu Hurşit amcanın (Atalar), Ruslarla Karadağ harbi çıktığında eli silah tutanın yola döndüğü bir zamanda, 60 yaşın üzerinde olduğu için "Sen artık yaşlandın. Zaten bir iki sefer askere de gittin, geldin. Gelme!" dediklerinde "Ben bu yolda öleceğim" dediğini, gerçekten o yolda şehit düştüğünü ilave ediyordu.
Vefa borcumuzu
nasıl mı ödedik
Sadece Trabzon Şalpazarı Geyikli beldesine düşen payıyla bile anlatması bitmez tükenmez çarpıcı olayların yaşandığı gerçekler sahnesinde, ecdâdımız, canını mihnet bilip, anadan, babadan, yârdan vazgeçerken... Toprağı kanlarıyla vatan yapan ecdâdın emanetine ihanet etmeyip sahip çıkarken...İhanet etmişler cümlesine yazılmamak için göğüslerini çelikten güllelere kalkan yapıp "Çanakkale Geçilmez" destanını yazarken... Peki biz ne yaptık? Emanete, değil gaflet ve dalalet, ihanet sayılabilecek cümleden bir çok icraatın altına imza atmaktan çekindik mi? "12 bin kilometre öteden gelip de benim toprağımda, vatanımda ne işi vardı?" diye soracak yerde, bu gelmeyi haklı çıkaracak ne varsa icra etmedik mi? Bir Anzak masalı icad ederek, akıl almaz bir mantık geliştirerek, bütün doğruları, bütün dinamikleri ile ters yüz etmedik mi? "Geçilmez" sınıfına giren her şeye geçit vermedik mi? Bu destanı yazanların kanları sulanmış, kemikleri ile beslenmiş topraklar üzerinde içkinin su gibi akmasına, yine "geçilmez" cümlesinden olan her türlü rezilliğin sergilenmesine "turizm" tabusuyla çanak tutmadık mı? Kemiklerini sızlatmadık mı? Bu da yetmediği gibi Gazi Hüseyin Atalar örneğinde olduğu gibi gazilerimizi, o tek parti zulmü döneminde döve döve delirtip, üniformalı görünce kaçar hale getirmedik mi? Bu toprakların vatanlığının devamını sağlayan nice yüzbinlerin bize emanet bıraktığı, son 6 İstiklal Harbi gazilerinden bazılarının hayatta iken öldüğüne hükmedip verdiğimiz maaş bile değil sadakayı kesmedik mi? Bütün bunlar ve sayılabilecek daha binlerce örnek yetmiyormuş gibi 600 yıllık imparatorluğumuzu haritadan silmek için her türlü entrikayı çeviren, bizi sırtımızdan hançerleyen İngiliz'in, Fransız'ın, İtalyan'ın, daha bilmem hangi Batılının birlikte kurduğu ve Türkiye Cumhuriyeti Devletini haritadan silmeyi hedefleyen AB tuzağına düşmedik mi? Geçmişin "yedi düveli"nin, "Haçlıları"nın bugünkü versiyonu bu AB'ye kuyruk olmak için can atıyor olmak gibi bir zilletin altına imza atmadık mı? Hem de bunu, yüzbinlerce şehidin "madem bunu yapacaktınız, peki biz niçin anadan, babadan, yârdan, serden vazgeçtik?" şeklinde hesap soracağını, yakamıza yapışacağını bile bile yapmadık mı? Ve Sevr'den de öte bir gerçekle bizi karşı karşıya getirecek olan bu yolda "galiba şunu eksik bıraktık" dediklerimizi tamamlamak için elimizden geleni ardımıza koymamaya devam etmiyor muyuz? Evet, etmiyor muyuz?

Şehit Hurşit ATALAR Trabzon Çarşıbaşı

 

Seferberlikte bazen üç kur'a asker birden toplanmış. Bir yüzbaşı da Geyikli'ye gönderilmiş. Görevini ifa ederken bir genç, latife olsun diye,
"Desti bıraktım suya / Damla damla dolmasın / Bırak beni yüzbaşı / Bir askerin olmasın" manisini söylemiş. Yüzbaşı hüngür hüngür ağlamış. İşte
bu asker toplama sırasında, sonradan Hasandağı'nda şehit düşen Aydınoğlu Hasan, abdest aldığı ibriğini bile evinin içerisine bırakamadan gitmiş.

~|~ Fatma Bayraktar, babası Hüseyin Atalar'ın, Haymana cephesinde at çavunund

Şehit Hurşit ATALAR Trabzon Çarşıbaşı

an (izi) arpa toplayıp yedikleri... Babası Aydınoğlu Hasan Hasandağı'nda şehit düşen Penbe Bayraktar, kardeşi Ali'nin hasta hasta Haymana'da savaşa devam etmek istemesine rağmen geri gönderilip, Beşikdüzü'nde ölüp, annesine bildirilmeyen olayda annenin tabutta giden oğlunu "bu bizim Ali'nin ayağı ya!" diye tanıdığı ve bu ayağa yapışmış bulunan çarığın Tubbaoğlu İbrahim (Türkmen) Hafız tarafından ıslatılarak ancak çıkarılabildiği, bir sarı ırmak varmış ki onun çamurunun hâlâ ayağında bulunduğu, sonradan Gidan kızı Fadime'nin, elbiselerini yıkarken bitlerin kepek gibi suyun yüzüne çıktığı... Yine, neredeyse bir asırlık yaştaki Penbe ninenin aktardığı şekliyle, askere ihtiyaç duyan devletin bir yüzbaşısını Geyikli'ye gönderip asker toplama fiilini gerçekleştirdiği sırada kimin söylediği tam bilinemeyen bir maniyi, "Desti bıraktım suya / Damla damla dolmasın / Bırak beni yüzbaşı / Bir askerin olmasın"ı söylediğinde yüzbaşının ağladığı, işte bu asker toplama sırasında, sonradan Hasandağı'nda şehit düşen babasının abdest ibriğini evin içine bırakamadan aceleyle gittiği... Cafer Dural, dedesi Ali Osman'ın, bir ev inşa etmek için temel yatağını eşmesine (kazmasına), hazırlamasına rağmen sık sık askere gitmek zorunda kaldığı ve 12 sene askerlik yaptığı için evin temelini ancak yatağını hazırladıktan 12 sene sonra atabildiği... Yine dedesinin kardeşi Kara Mehmet'in, "Ara Ali Osman gardaşım! Hani bir gün hastalanmış, grip olmuştum. Beni sırtınızda taşımış, bir köyün kenarına gelmiş, köye girememiştik. (Köy, İngilizler tarafından Osmanlı'ya karşı düşman hale getirilmiş bir Arap köyü imiş) Köyün dışında bir koyun kermesi (kemre) yığını vardı. Gece idi. Hava soğuktu. Kermeyi o yana bu yana açtık. İçi sımsıcaktı. Kuyu gibi yer açmış, orada oturup, sabah etmiştik. Ara Ali Osman gardaşım! Sabahtan kalktım ki kuş gibi olmuştum. Ne hastalık kalmıştı, ne  birşey biliyor musun?" dediği... Zeynep Bayraktar, babası İbrahim Çavuş'un, Doğu cephesinde savaşırken açlıktan kulaklarının duymaz hale geldiği, bir ekmek kırıntısı bulup yediğinde "şauvv!" diye kulaklarının açıldığını söylediği... bilgisini aktarıyordu. Yine Cafer Dural, mezarı şu anda Çarşıbaşı'nda bulunan İmadoğlu Hurşit amcanın (Atalar), Ruslarla Karadağ harbi çıktığında eli silah tutanın yola döndüğü bir zamanda, 60 yaşın üzerinde olduğu için "Sen artık yaşlandın. Zaten bir iki sefer askere de gittin, geldin. Gelme!" dediklerinde "Ben bu yolda öleceğim" dediğini, gerçekten o yolda şehit düştüğünü ilave ediyordu.
Vefa borcumuzu
nasıl mı ödedik
Sadece Trabzon Şalpazarı Geyikli beldesine düşen payıyla bile anlatması bitmez tükenmez çarpıcı olayların yaşandığı gerçekler sahnesinde, ecdâdımız, canını mihnet bilip, anadan, babadan, yârdan vazgeçerken... Toprağı kanlarıyla vatan yapan ecdâdın emanetine ihanet etmeyip sahip çıkarken...İhanet etmişler cümlesine yazılmamak için göğüslerini çelikten güllelere kalkan yapıp "Çanakkale Geçilmez" destanını yazarken... Peki biz ne yaptık? Emanete, değil gaflet ve dalalet, ihanet sayılabilecek cümleden bir çok icraatın altına imza atmaktan çekindik mi? "12 bin kilometre öteden gelip de benim toprağımda, vatanımda ne işi vardı?" diye soracak yerde, bu gelmeyi haklı çıkaracak ne varsa icra etmedik mi? Bir Anzak masalı icad ederek, akıl almaz bir mantık geliştirerek, bütün doğruları, bütün dinamikleri ile ters yüz etmedik mi? "Geçilmez" sınıfına giren her şeye geçit vermedik mi? Bu destanı yazanların kanları sulanmış, kemikleri ile beslenmiş topraklar üzerinde içkinin su gibi akmasına, yine "geçilmez" cümlesinden olan her türlü rezilliğin sergilenmesine "turizm" tabusuyla çanak tutmadık mı? Kemiklerini sızlatmadık mı? Bu da yetmediği gibi Gazi Hüseyin Atalar örneğinde olduğu gibi gazilerimizi, o tek parti zulmü döneminde döve döve delirtip, üniformalı görünce kaçar hale getirmedik mi? Bu toprakların vatanlığının devamını sağlayan nice yüzbinlerin bize emanet bıraktığı, son 6 İstiklal Harbi gazilerinden bazılarının hayatta iken öldüğüne hükmedip verdiğimiz maaş bile değil sadakayı kesmedik mi? Bütün bunlar ve sayılabilecek daha binlerce örnek yetmiyormuş gibi 600 yıllık imparatorluğumuzu haritadan silmek için her türlü entrikayı çeviren, bizi sırtımızdan hançerleyen İngiliz'in, Fransız'ın, İtalyan'ın, daha bilmem hangi Batılının birlikte kurduğu ve Türkiye Cumhuriyeti Devletini haritadan silmeyi hedefleyen AB tuzağına düşmedik mi? Geçmişin "yedi düveli"nin, "Haçlıları"nın bugünkü versiyonu bu AB'ye kuyruk olmak için can atıyor olmak gibi bir zilletin altına imza atmadık mı? Hem de bunu, yüzbinlerce şehidin "madem bunu yapacaktınız, peki biz niçin anadan, babadan, yârdan, serden vazgeçtik?" şeklinde hesap soracağını, yakamıza yapışacağını bile bile yapmadık mı? Ve Sevr'den de öte bir gerçekle bizi karşı karşıya getirecek olan bu yolda "galiba şunu eksik bıraktık" dediklerimizi tamamlamak için elimizden geleni ardımıza koymamaya devam etmiyor muyuz? Evet, etmiyor muyuz?

Osmanlı Çay Kazanları

site: : http://osmanlicaykazanlari.com/
keyword : çay kazanları


Osmanlı Çay Kazanları ve Endüstriyel Mutfak; her biri kendi alanında uzman, tecrübeli ve genç bir kadroyla 1 Nisan 2014 yılında İstanbul'da kuruldu. Çay Kazanı imalatıyla sektöre giriş yapan firmamız, daha sonra çay kazanı davlumbazı, bakır ocakbaşı,  kahveci güzeli, kumda kahve makinası, közde kahve makinası, bakır tablo, çelik kazan, çaymatik, çay semaveri ve diğer endüstriyel mutfak ürünleri imalat ve satışıyla Türkiye ve dünyanın bir çok ülkesine ulaşmayı çok kısa süre içerisinde başarmıştır.

 Osmanlı Çay Kazanları ve Endüstriyel Mutfak olarak amacımız; en kaliteli hammadde ve malzemeyle ve en mükemmel işçilikle imal ettiğimiz ürünleri, wn uygun fiyatla dünyadaki tüm müşterilerimize ulaştırmak ve satış sonrası hizmetlerimiz ile müşterilerimize özel olduklarını hissettirmektir.

Osmanlı Çay Kazanları; her memnun müşterinin daha çok müşteriye referans olacağının bilincindedir. Bu yüzden pörtföyündeki ürünlerin tamamını itinayla üretir, kalitesinden ödün vermez bir marka bilinciyle hareket eder.

  Çay Kazanı ve endüstriyel mutfak sektörü giderek büyümekte ve buna bağlı olarak da talep giderek artmaktadır. Pörtföyümüzdeki ürünlerimizin hedef pazarı oldukça geniştir. Kıraathane, çay ocağı, restaurant, cafe, bar, lokanta, otel, tatil köyü, turistik tesisler, fuarlar, büro, iş yeri, şirket, fabrika ve şantiyelerin mutfağı, pastane ve dernekler, başlıca hedef müşteri kitlemizdir.

Vizyonumuz; kalite-fiyat oranını ülkemizdeki en iyi dengeleyen firma olmak, sektörün lider endüstriyel mutfak ekipmanları üreticisi olmaktır.

Şehit Hurşit ATALAR Trabzon Çarşıbaşı

 
Şehit Hurşit ATALAR Trabzon Çarşıbaşı

Seferberlikte bazen üç kur'a asker birden toplanmış. Bir yüzbaşı da Geyikli'ye gönderilmiş. Görevini ifa ederken bir genç, latife olsun diye,
"Desti bıraktım suya / Damla damla dolmasın / Bırak beni yüzbaşı / Bir askerin olmasın" manisini söylemiş. Yüzbaşı hüngür hüngür ağlamış. İşte
bu asker toplama sırasında, sonradan Hasandağı'nda şehit düşen Aydınoğlu Hasan, abdest aldığı ibriğini bile evinin içerisine bırakamadan gitmiş.

~|~ Fatma Bayraktar, babası Hüseyin Atalar'ın, Haymana cephesinde at çavunundan (izi) arpa toplayıp yedikleri... Babası Aydınoğlu Hasan Hasandağı'nda şehit düşen Penbe Bayraktar, kardeşi Ali'nin hasta hasta Haymana'da savaşa devam etmek istemesine rağmen geri gönderilip, Beşikdüzü'nde ölüp, annesine bildirilmeyen olayda annenin tabutta giden oğlunu "bu bizim Ali'nin ayağı ya!" diye tanıdığı ve bu ayağa yapışmış bulunan çarığın Tubbaoğlu İbrahim (Türkmen) Hafız tarafından ıslatılarak ancak çıkarılabildiği, bir sarı ırmak varmış ki onun çamurunun hâlâ ayağında bulunduğu, sonradan Gidan kızı Fadime'nin, elbiselerini yıkarken bitlerin kepek gibi suyun yüzüne çıktığı... Yine, neredeyse bir asırlık yaştaki Penbe ninenin aktardığı şekliyle, askere ihtiyaç duyan devletin bir yüzbaşısını Geyikli'ye gönderip asker toplama fiilini gerçekleştirdiği sırada kimin söylediği tam bilinemeyen bir maniyi, "Desti bıraktım suya / Damla damla dolmasın / Bırak beni yüzbaşı / Bir askerin olmasın"ı söylediğinde yüzbaşının ağladığı, işte bu asker toplama sırasında, sonradan Hasandağı'nda şehit düşen babasının abdest ibriğini evin içine bırakamadan aceleyle gittiği... Cafer Dural, dedesi Ali Osman'ın, bir ev inşa etmek için temel yatağını eşmesine (kazmasına), hazırlamasına rağmen sık sık askere gitmek zorunda kaldığı ve 12 sene askerlik yaptığı için evin temelini ancak yatağını hazırladıktan 12 sene sonra atabildiği... Yine dedesinin kardeşi Kara Mehmet'in, "Ara Ali Osman gardaşım! Hani bir gün hastalanmış, grip olmuştum. Beni sırtınızda taşımış, bir köyün kenarına gelmiş, köye girememiştik. (Köy, İngilizler tarafından Osmanlı'ya karşı düşman hale getirilmiş bir Arap köyü imiş) Köyün dışında bir koyun kermesi (kemre) yığını vardı. Gece idi. Hava soğuktu. Kermeyi o yana bu yana açtık. İçi sımsıcaktı. Kuyu gibi yer açmış, orada oturup, sabah etmiştik. Ara Ali Osman gardaşım! Sabahtan kalktım ki kuş gibi olmuştum. Ne hastalık kalmıştı, ne  birşey biliyor musun?" dediği... Zeynep Bayraktar, babası İbrahim Çavuş'un, Doğu cephesinde savaşırken açlıktan kulaklarının duymaz hale geldiği, bir ekmek kırıntısı bulup yediğinde "şauvv!" diye kulaklarının açıldığını söylediği... bilgisini aktarıyordu. Yine Cafer Dural, mezarı şu anda Çarşıbaşı'nda bulunan İmadoğlu Hurşit amcanın (Atalar), Ruslarla Karadağ harbi çıktığında eli silah tutanın yola döndüğü bir zamanda, 60 yaşın üzerinde olduğu için "Sen artık yaşlandın. Zaten bir iki sefer askere de gittin, geldin. Gelme!" dediklerinde "Ben bu yolda öleceğim" dediğini, gerçekten o yolda şehit düştüğünü ilave ediyordu.
Vefa borcumuzu
nasıl mı ödedik
Sadece Trabzon Şalpazarı Geyikli beldesine düşen payıyla bile anlatması bitmez tükenmez çarpıcı olayların yaşandığı gerçekler sahnesinde, ecdâdımız, canını mihnet bilip, anadan, babadan, yârdan vazgeçerken... Toprağı kanlarıyla vatan yapan ecdâdın emanetine ihanet etmeyip sahip çıkarken...İhanet etmişler cümlesine yazılmamak için göğüslerini çelikten güllelere kalkan yapıp "Çanakkale Geçilmez" destanını yazarken... Peki biz ne yaptık? Emanete, değil gaflet ve dalalet, ihanet sayılabilecek cümleden bir çok icraatın altına imza atmaktan çekindik mi? "12 bin kilometre öteden gelip de benim toprağımda, vatanımda ne işi vardı?" diye soracak yerde, bu gelmeyi haklı çıkaracak ne varsa icra etmedik mi? Bir Anzak masalı icad ederek, akıl almaz bir mantık geliştirerek, bütün doğruları, bütün dinamikleri ile ters yüz etmedik mi? "Geçilmez" sınıfına giren her şeye geçit vermedik mi? Bu destanı yazanların kanları sulanmış, kemikleri ile beslenmiş topraklar üzerinde içkinin su gibi akmasına, yine "geçilmez" cümlesinden olan her türlü rezilliğin sergilenmesine "turizm" tabusuyla çanak tutmadık mı? Kemiklerini sızlatmadık mı? Bu da yetmediği gibi Gazi Hüseyin Atalar örneğinde olduğu gibi gazilerimizi, o tek parti zulmü döneminde döve döve delirtip, üniformalı görünce kaçar hale getirmedik mi? Bu toprakların vatanlığının devamını sağlayan nice yüzbinlerin bize emanet bıraktığı, son 6 İstiklal Harbi gazilerinden bazılarının hayatta iken öldüğüne hükmedip verdiğimiz maaş bile değil sadakayı kesmedik mi? Bütün bunlar ve sayılabilecek daha binlerce örnek yetmiyormuş gibi 600 yıllık imparatorluğumuzu haritadan silmek için her türlü entrikayı çeviren, bizi sırtımızdan hançerleyen İngiliz'in, Fransız'ın, İtalyan'ın, daha bilmem hangi Batılının birlikte kurduğu ve Türkiye Cumhuriyeti Devletini haritadan silmeyi hedefleyen AB tuzağına düşmedik mi? Geçmişin "yedi düveli"nin, "Haçlıları"nın bugünkü versiyonu bu AB'ye kuyruk olmak için can atıyor olmak gibi bir zilletin altına imza atmadık mı? Hem de bunu, yüzbinlerce şehidin "madem bunu yapacaktınız, peki biz niçin anadan, babadan, yârdan, serden vazgeçtik?" şeklinde hesap soracağını, yakamıza yapışacağını bile bile yapmadık mı? Ve Sevr'den de öte bir gerçekle bizi karşı karşıya getirecek olan bu yolda "galiba şunu eksik bıraktık" dediklerimizi tamamlamak için elimizden geleni ardımıza koymamaya devam etmiyor muyuz? Evet, etmiyor muyuz?

Şehit Hurşit ATALAR Trabzon Çarşıbaşı


Şehit Hurşit ATALAR Trabzon Çarşıbaşı

Seferberlikte bazen üç kur'a asker birden toplanmış. Bir yüzbaşı da Geyikli'ye gönderilmiş. Görevini ifa ederken bir genç, latife olsun diye,
"Desti bıraktım suya / Damla damla dolmasın / Bırak beni yüzbaşı / Bir askerin olmasın" manisini söylemiş. Yüzbaşı hüngür hüngür ağlamış. İşte
bu asker toplama sırasında, sonradan Hasandağı'nda şehit düşen Aydınoğlu Hasan, abdest aldığı ibriğini bile evinin içerisine bırakamadan gitmiş.

~|~ Fatma Bayraktar, babası Hüseyin Atalar'ın, Haymana cephesinde at çavunundan (izi) arpa toplayıp yedikleri... Babası Aydınoğlu Hasan Hasandağı'nda şehit düşen Penbe Bayraktar, kardeşi Ali'nin hasta hasta Haymana'da savaşa devam etmek istemesine rağmen geri gönderilip, Beşikdüzü'nde ölüp, annesine bildirilmeyen olayda annenin tabutta giden oğlunu "bu bizim Ali'nin ayağı ya!" diye tanıdığı ve bu ayağa yapışmış bulunan çarığın Tubbaoğlu İbrahim (Türkmen) Hafız tarafından ıslatılarak ancak çıkarılabildiği, bir sarı ırmak varmış ki onun çamurunun hâlâ ayağında bulunduğu, sonradan Gidan kızı Fadime'nin, elbiselerini yıkarken bitlerin kepek gibi suyun yüzüne çıktığı... Yine, neredeyse bir asırlık yaştaki Penbe ninenin aktardığı şekliyle, askere ihtiyaç duyan devletin bir yüzbaşısını Geyikli'ye gönderip asker toplama fiilini gerçekleştirdiği sırada kimin söylediği tam bilinemeyen bir maniyi, "Desti bıraktım suya / Damla damla dolmasın / Bırak beni yüzbaşı / Bir askerin olmasın"ı söylediğinde yüzbaşının ağladığı, işte bu asker toplama sırasında, sonradan Hasandağı'nda şehit düşen babasının abdest ibriğini evin içine bırakamadan aceleyle gittiği... Cafer Dural, dedesi Ali Osman'ın, bir ev inşa etmek için temel yatağını eşmesine (kazmasına), hazırlamasına rağmen sık sık askere gitmek zorunda kaldığı ve 12 sene askerlik yaptığı için evin temelini ancak yatağını hazırladıktan 12 sene sonra atabildiği... Yine dedesinin kardeşi Kara Mehmet'in, "Ara Ali Osman gardaşım! Hani bir gün hastalanmış, grip olmuştum. Beni sırtınızda taşımış, bir köyün kenarına gelmiş, köye girememiştik. (Köy, İngilizler tarafından Osmanlı'ya karşı düşman hale getirilmiş bir Arap köyü imiş) Köyün dışında bir koyun kermesi (kemre) yığını vardı. Gece idi. Hava soğuktu. Kermeyi o yana bu yana açtık. İçi sımsıcaktı. Kuyu gibi yer açmış, orada oturup, sabah etmiştik. Ara Ali Osman gardaşım! Sabahtan kalktım ki kuş gibi olmuştum. Ne hastalık kalmıştı, ne  birşey biliyor musun?" dediği... Zeynep Bayraktar, babası İbrahim Çavuş'un, Doğu cephesinde savaşırken açlıktan kulaklarının duymaz hale geldiği, bir ekmek kırıntısı bulup yediğinde "şauvv!" diye kulaklarının açıldığını söylediği... bilgisini aktarıyordu. Yine Cafer Dural, mezarı şu anda Çarşıbaşı'nda bulunan İmadoğlu Hurşit amcanın (Atalar), Ruslarla Karadağ harbi çıktığında eli silah tutanın yola döndüğü bir zamanda, 60 yaşın üzerinde olduğu için "Sen artık yaşlandın. Zaten bir iki sefer askere de gittin, geldin. Gelme!" dediklerinde "Ben bu yolda öleceğim" dediğini, gerçekten o yolda şehit düştüğünü ilave ediyordu.
Vefa borcumuzu
nasıl mı ödedik
Sadece Trabzon Şalpazarı Geyikli beldesine düşen payıyla bile anlatması bitmez tükenmez çarpıcı olayların yaşandığı gerçekler sahnesinde, ecdâdımız, canını mihnet bilip, anadan, babadan, yârdan vazgeçerken... Toprağı kanlarıyla vatan yapan ecdâdın emanetine ihanet etmeyip sahip çıkarken...İhanet etmişler cümlesine yazılmamak için göğüslerini çelikten güllelere kalkan yapıp "Çanakkale Geçilmez" destanını yazarken... Peki biz ne yaptık? Emanete, değil gaflet ve dalalet, ihanet sayılabilecek cümleden bir çok icraatın altına imza atmaktan çekindik mi? "12 bin kilometre öteden gelip de benim toprağımda, vatanımda ne işi vardı?" diye soracak yerde, bu gelmeyi haklı çıkaracak ne varsa icra etmedik mi? Bir Anzak masalı icad ederek, akıl almaz bir mantık geliştirerek, bütün doğruları, bütün dinamikleri ile ters yüz etmedik mi? "Geçilmez" sınıfına giren her şeye geçit vermedik mi? Bu destanı yazanların kanları sulanmış, kemikleri ile beslenmiş topraklar üzerinde içkinin su gibi akmasına, yine "geçilmez" cümlesinden olan her türlü rezilliğin sergilenmesine "turizm" tabusuyla çanak tutmadık mı? Kemiklerini sızlatmadık mı? Bu da yetmediği gibi Gazi Hüseyin Atalar örneğinde olduğu gibi gazilerimizi, o tek parti zulmü döneminde döve döve delirtip, üniformalı görünce kaçar hale getirmedik mi? Bu toprakların vatanlığının devamını sağlayan nice yüzbinlerin bize emanet bıraktığı, son 6 İstiklal Harbi gazilerinden bazılarının hayatta iken öldüğüne hükmedip verdiğimiz maaş bile değil sadakayı kesmedik mi? Bütün bunlar ve sayılabilecek daha binlerce örnek yetmiyormuş gibi 600 yıllık imparatorluğumuzu haritadan silmek için her türlü entrikayı çeviren, bizi sırtımızdan hançerleyen İngiliz'in, Fransız'ın, İtalyan'ın, daha bilmem hangi Batılının birlikte kurduğu ve Türkiye Cumhuriyeti Devletini haritadan silmeyi hedefleyen AB tuzağına düşmedik mi? Geçmişin "yedi düveli"nin, "Haçlıları"nın bugünkü versiyonu bu AB'ye kuyruk olmak için can atıyor olmak gibi bir zilletin altına imza atmadık mı? Hem de bunu, yüzbinlerce şehidin "madem bunu yapacaktınız, peki biz niçin anadan, babadan, yârdan, serden vazgeçtik?" şeklinde hesap soracağını, yakamıza yapışacağını bile bile yapmadık mı? Ve Sevr'den de öte bir gerçekle bizi karşı karşıya getirecek olan bu yolda "galiba şunu eksik bıraktık" dediklerimizi tamamlamak için elimizden geleni ardımıza koymamaya devam etmiyor muyuz? Evet, etmiyor muyuz?
http://gazetearsivi.milliyet.com.tr/GununYayinlari/SruubSf1FHoYx7cruCfj_x2B_A_x3D__x3D_
http://gazetearsivi.milliyet.com.tr/GununYayinlari/ZLBw0Ur_x2F_3EMl1y1HjHBRoQ_x3D__x3D_
http://gazetearsivi.milliyet.com.tr/GununYayinlari/SruubSf1FHoYx7cruCfj_x2B_A_x3D__x3D_
http://gazetearsivi.milliyet.com.tr/GununYayinlari/30_x2B_nnOTe5W_x2F_GjzPCkuU5rA_x3D__x3D_

MÖM6416C